Herkese selamlar dostlar! Yeni bir bölüme hoş geldiniz. Bugün 4 Mayıs 2025.
Microsoft, Windows 11 işletim sistemine yepyeni yapay zeka yetenekleri ekleyerek kullanıcı deneyimini bir adım öteye taşımayı hedefliyor.
Windows 11 Ayarlar menüsü artık çok daha sezgisel bir hal alıyor.
Fotoğraf düzenleme meraklılarını heyecanlandıracak bir diğer yenilik ise Photo Relight.
Sıkça kullandığımız ekran görüntüsü alma aracı da yapay zekadan nasibini alıyor.
Yapay zeka destekli bu tür yenilikler teknoloji dünyasında her zaman farklı tepkilerle karşılaşıyor; kimileri büyük bir heyecan duyarken, kimileri ise daha temkinli yaklaşıyor.
Benim bu konudaki görüşüm oldukça net: Bu tür özellikler kullanıcının tercihine bırakıldığı, yani istenildiğinde kolayca devre dışı bırakılabildiği sürece, eklenmelerinde bir sorun görmüyorum.
Örneğin, Photo Relight özelliğini veya geliştirilmiş ekran görüntüsü aracını kesinlikle kullanırdım. Bu özellikler gerçekten kullanıcının hayatını kolaylaştıran, zamandan tasarruf sağlayan ve üretkenliği artıran pratik çözümler. En azından, geçtiğimiz dönemde veri mahremiyeti konusunda büyük tartışmalara yol açan Windows Recall gibi dayatmacı ve endişe verici özellikler değiller.
Google'ın not alma ve doküman analizi aracı NotebookLM'i sevenler için harika bir haberimiz var! Bilmeyenler için kısaca hatırlatalım: NotebookLM, yüklediğiniz dokümanları, notları veya web bağlantılarını alıp bunları interaktif bir "deftere" dönüştüren, bu içeriklerle ilgili sorular sormanıza, özetler çıkarmanıza ve hatta podcast benzeri sesli çıktılar oluşturmanıza olanak tanıyan oldukça yetenekli bir yapay zeka aracı.
Google, bu faydalı aracı şimdi daha da güçlendiriyor. Duyurulara göre, NotebookLM artık Google'ın en yeni ve hızlı yapay zeka modellerinden biri olan Gemini 2.5 Flash modelini kullanmaya başladı. Peki bu ne anlama geliyor? Kısacası, NotebookLM'in artık size çok daha kaliteli, doğru ve bağlama uygun çıktılar sunması bekleniyor.
Yapay zeka dünyasının öncü şirketlerinden OpenAI, kurumsal yapısında önemli bir değişikliğe gittiğini duyurdu. Bu değişiklik şirketin gelecekteki yönetim ve kontrol mekanizmalarına dair önemli ipuçları taşıyor ve daha önceki beklentilerin aksine bir yöne işaret ediyor.
Hatırlarsanız, OpenAI'ın karmaşık bir yapısı bulunuyordu: bir "kâr amacı gütmeyen" ana kuruluş ve bu kuruluşa bağlı, ticari faaliyetleri yürüten bir "kâr amacı güden" alt şirket. Geçmişteki planlamalara göre, zamanla kontrolün ve yönetimin büyük ölçüde bu kâr amacı güden şirkete geçmesi bekleniyordu.
Ancak OpenAI, bu stratejiden vazgeçmiş görünüyor. Yeni açıklanan yapıya göre:
Bu durum OpenAI'ın misyonu ve gelecekteki yönelimi açısından oldukça kritik bir karar. Kâr amacı gütmeyen kuruluşun kontrolü elinde tutması, şirketin ticari hedeflerden ziyade, yapay zekanın insanlık yararına geliştirilmesi misyonuna daha sıkı sıkıya bağlı kalacağı şeklinde yorumlanabilir.
Peki, Sam Altman ve OpenAI yönetimi neden böyle bir geri adım attı? Bu kararın arkasında yatan nedenler hakkında net bir bilgi olmasa da birkaç olası senaryo üzerinde durulabilir:
Sebep ne olursa olsun, OpenAI'ın kâr amacı gütmeyen kısmın kontrolünü güçlendirmesi, yapay zeka ekosistemi ve şirketin geleceği için önemli bir gelişme. Bu kararın pratikteki yansımalarını ve şirketin izleyeceği yolu zamanla daha net göreceğiz.
Yapay zeka devi OpenAI, yazılımcıların hayatını kolaylaştıran kodlama aracı Windsurf'ü tam 3 milyar dolar karşılığında satın almak üzere anlaştığını duyurdu. Windsurf, Cursor gibi popüler kod editörlerine ve yazma arayüzlerine entegre olarak çalışan, yapay zeka destekli bir asistan. Geliştiricilere kod yazarken yardımcı oluyor, önerilerde bulunuyor ve potansiyel hataları tespit etmelerine olanak tanıyor.
Bu satın almada asıl dikkat çeken nokta, şüphesiz OpenAI'ın son birkaç yılda katettiği inanılmaz büyüme. Bundan sadece 3-4 sene önce nispeten daha küçük bir araştırma laboratuvarı ve şirketken, bugün geldiği noktada 3 milyar dolar gibi devasa bir meblağ ile başka şirketleri bünyesine katabilecek finansal güce ulaşmış durumda.
Bu anlaşma aynı zamanda OpenAI için de bir ilk olma özelliği taşıyor; Windsurf satın alması, şirketin bugüne kadar gerçekleştirdiği en büyük satın alma olarak kayıtlara geçti. Bu hamle OpenAI'ın geliştirici araçları ve kodlama yardımcıları pazarına ne kadar önem verdiğini ve bu alandaki rekabette iddialı olduğunu açıkça gösteriyor.
Teknoloji dünyasının önde gelen isimlerinden, NVIDIA'nın CEO'su Jensen Huang, yapay zekanın iş gücü piyasalarına etkisine dair dikkat çekici bir açıklamada bulundu. Huang'a göre: "Yapay zekaya işini kaybetmeyeceksin, ama yapay zekayı bilen ve etkin kullanan birine karşı işini kaybedeceksin."
Jensen Huang'ın her ifadesini sorgusuz sualsiz doğru kabul etmesem de, bu yorumunda büyük bir haklılık payı olduğunu düşünüyorum. İnsanların çoğu yapay zekayı, sanki hiçbir uzmanlığı olmayan bir varlık gelip doğrudan kendi işlerini ellerinden alacakmış gibi bir tehdit olarak algılıyor.
Ancak bence durum bundan biraz daha farklı. Asıl mesele kendi alanında zaten yetkin olan ve bunun üzerine bir de yapay zekaya doğru soruları sormayı, onu doğru yönlendirmeyi bilen bir bireyin, işlerini çok daha hızlı ve verimli bir şekilde yapabilecek olması. Bu da doğal olarak yapay zekayı kullanmayan veya kullanmakta yetersiz kalan kişilerin önüne geçmelerini sağlayacak.
Yani olay okullarda öğrencilerin ödevlerini tamamen yapay zekaya yaptırması gibi basit bir durum değil. Özellikle yazılım gibi bir alandan örnek verecek olursak; eğer işinizi iyi biliyorsanız, yapay zekayı da doğru bir şekilde yönlendirerek iş süreçlerinizi onlarca kat hızlandırabilirsiniz.
Mesela ben son zamanlarda içeriklerim için kapak fotoğrafı hazırlarken yapay zekayı oldukça sık kullanıyorum. Elbette sıfırdan her şeyi yapay zekaya bırakmıyorum; neyin daha ilgi çekici olacağını, hangi konseptin hedef kitleme daha çok hitap edeceğini, yani "ne yapması gerektiğini" ben biliyorum ve onu bu yönde yönlendiriyorum. Bu yaklaşım benim işimi hem hızlandırıyor hem de yaratıcılık için yeni kapılar aralıyor.
Dolayısıyla genel olarak öncelikle kendi işinizi çok iyi bilmek, ardından da yapay zekanın nasıl çalıştığını ve onu kendi alanınızda nasıl daha efektif bir şekilde kullanabileceğinizi öğrenmek, gelecekte rekabetçi kalabilmek için hayati önem taşıyacak.
Yazılım dünyasının baş belası tedarik zinciri saldırılarına maalesef bir yenisi daha eklendi. Bu seferki kurban, popüler programlama dillerinden biri olan Go ve onun modüllerinden biri oldu. Tespit edilen zararlı bir Go modülünün, özellikle Linux tabanlı makinelerde diskin üzerine anlamsız veriler (sıfırlar) yazarak tüm verileri geri döndürülemez bir şekilde sildiği ortaya çıktı.
Genellikle bu tür kötü niyetli paketleri ve tedarik zinciri saldırılarını Python (PyPI) ve JavaScript (NPM) ekosistemlerinde duymaya alışkındık. Ancak bu son olay, saldırganların artık Go modüllerini de hedef almaya başladığını gösteriyor. Bu durum Go dilini kullanan geliştiriciler ve projeler için yeni bir risk faktörü anlamına geliyor.
Tedarik zinciri saldırılarının en büyük ve en can sıkıcı sorunu, güvendiğiniz bir paketin veya modülün geliştiricisinin, farkında olmadan veya kasıtlı olarak zincire böyle zararlı bir halka eklemesi durumunda sizin de otomatik olarak etkilenmeniz. Maalesef günümüz modern yazılım geliştirme süreçlerinde projenize dahil ettiğiniz tek bir paketin bile onlarca, hatta yüzlerce başka alt bağımlılığı olabiliyor.
Bu karmaşık bağımlılık ağacındaki tek bir zararlı bileşen bile tüm tedarik zincirini tehlikeye atarak sisteminize sızabiliyor. Bunun kesin bir çözümü ise gerçekten çok zor. Geliştiriciler olarak elimizden geldiğince dikkatli olmak, bilinmeyen veya güven vermeyen kaynaklardan gelen paketlere karşı şüpheci yaklaşmak ve güvenlik tarama araçlarını kullanmak şimdilik yapabileceklerimizin başında geliyor.
Kamuoyunda büyük yankı uyandıran ve "Pegasus" adlı casus yazılımıyla tanınan İsrail merkezli NSO Grup, WhatsApp kullanıcılarını hacklediği gerekçesiyle açılan davada ağır bir mali cezaya çarptırıldı. Mahkeme, NSO Grup'un WhatsApp'a (ve dolayısıyla ana şirketi Meta'ya) toplamda 611 milyon dolar ödemesine hükmetti. Bu miktarın 444 milyon doları maddi tazminat, 167 milyon doları ise cezai tazminat olarak belirlendi.
Hatırlanacağı üzere Meta, NSO Grup'a karşı yasal bir mücadele başlatmıştı. İddialara göre NSO Grup'un geliştirdiği Pegasus casus yazılımı, WhatsApp, Android ve iOS gibi platformlardaki çeşitli güvenlik açıklarını kullanarak defalarca gazetecilerin, aktivistlerin ve siyasetçilerin telefonlarını yasa dışı bir şekilde hacklemişti.
WhatsApp bu güvenlik açıklarını kapatmak için sürekli güncellemeler yayınlasa da, NSO Grup'un bu çabaları boşa çıkararak tekrar tekrar WhatsApp platformuna yönelik saldırılarda bulunduğu belirtiliyor. İşte bu sürekli ve kasıtlı eylemler sonucunda mahkeme, NSO Grup'un faaliyetlerinin yasa dışı olduğuna ve WhatsApp'a zarar verdiğine karar verdi.
Bu karar genel olarak dijital güvenlik ve mahremiyet için çok olumlu bir gelişme. NSO Grup'a kesilen 600 milyon doları aşan bu ceza, hiç de azımsanacak bir miktar değil. Her ne kadar bu tür casus yazılımlar devletlere ve istihbarat kurumlarına çok yüksek meblağlara satılıyor olsa da, verilen cezanın büyüklüğü, gelecekte benzer faaliyetlerde bulunan veya bulunmayı düşünen diğer casus yazılım şirketleri için önemli bir caydırıcı etken olacaktır. Bu tür kararların, dijital gözetim ve siber silah pazarında bir nebze de olsa "hesap verilebilirlik" ilkesini güçlendirmesi umut ediliyor.
Google, Android telefonlardaki Chrome tarayıcısı için kullanıcıları rahatsız edici ve potansiyel olarak tehlikeli spam bildirimlerinden koruyacak yeni bir özellik duyurdu. Bu özellik, yapay zeka gücünden faydalanarak bir bildirimin spam olup olmadığını tespit edip kullanıcıyı uyaracak.
Bu yeni yapay zeka destekli spam tespit sisteminin en dikkat çekici yanı, tamamen cihaz üzerinde çalışacak olması. Yani, bildirimleriniz analiz edilirken herhangi bir veri Google sunucularına gönderilmeyecek. Bu da kullanıcı mahremiyeti açısından önemli bir avantaj sağlıyor. Yapay zeka bildirim içeriğini ve kaynağını yerel olarak analiz ederek spam olasılığını değerlendirecek.
Hepimizin bildiği gibi, internette gezinirken farkında olmadan veya yanlışlıkla bazı web sitelerinin bildirim gönderme isteğine izin verebiliyoruz. Bunun sonucunda da zaman zaman alakasız, yanıltıcı ve hatta kötü amaçlı olabilecek "sahte fatura uyarısı", "virüs bulaştı" veya "ödül kazandınız" gibi gerçekçi görünen ama aslında tehlikeli olan bildirimlerle karşılaşabiliyoruz.
Google, Chrome'a entegre edeceği bu yerel yapay zeka ile tam da bu sorunu çözmeyi hedefliyor. Şahsen ben günlük olarak Chrome kullanmasam da, Android ekosisteminde milyonlarca Chrome kullanıcısı için bunun oldukça faydalı ve yerinde bir güvenlik önlemi olduğunu düşünüyorum.
NVIDIA, oyuncuların merakla beklediği yeni nesil RTX 5060 ekran kartını bu hafta resmi olarak duyurdu. Tıpkı efsanevi 1060 ve çok sevilen 3060 modelleri gibi, RTX 5060 da bütçe dostu bir fiyat etiketiyle yüksek performansı daha geniş kitlelere ulaştırmayı hedefliyor.
Oyuncuları sevindirecek bir diğer haber ise yeni nesil DLSS ve MFG gibi teknolojilerin 5060 modelinde de yer alacak olması. Bu da daha akıcı ve görsel olarak daha zengin bir oyun deneyimi anlamına geliyor.
RTX 5060, bir önceki nesil olan 4060'a kıyasla bazı önemli teknik geliştirmelerle geliyor:
Ancak kartla ilgili en çok konuşulan ve belki de tek can sıkıcı nokta, maalesef yine VRAM kapasitesi. RTX 5060'ın 8 GB VRAM ile gelmesi, özellikle günümüz modern oyunlarının 1440p ve 4K çözünürlüklerde giderek daha fazla bellek talep ettiği düşünüldüğünde, bazı kullanıcılar için hayal kırıklığı yaratabilir.
Gönül isterdi ki NVIDIA, bu seviyedeki bir kartta en azından 12 GB, hatta ideal olarak 16 GB VRAM sunabilsin. 8 GB VRAM, özellikle geleceğe yönelik bir yatırım olarak düşünüldüğünde, yüksek çözünürlük hedefleri olan oyuncular için bir soru işareti oluşturuyor.
Tüm bu teknik detaylara ve VRAM eleştirilerine rağmen, NVIDIA'nın "60" serisi kartları her zaman dünya genelinde en çok satan ve en popüler ekran kartları arasında yer almıştır. Uygun fiyat ve yeterli performans dengesini sunabildikleri takdirde geniş bir oyuncu kitlesi tarafından tercih ediliyorlar.
Eğer RTX 5060'ın fiyatları vaat edildiği gibi çıkarsa, bu kartın da geleneği bozmayarak piyasada en çok kullanılan ve tercih edilen modellerden biri olması kuvvetle muhtemel.
Oyun dünyasında ilginç bir fiyatlandırma ve popülerlik dinamiği yaşanıyor. Bir yanda, 2025 yılının Metacritic tarafından en yüksek puanlarla taçlandırılan oyunlarının genellikle 30 ila 50 dolar bandında fiyat etiketlerine sahip olduğunu görüyoruz. Diğer yanda ise Xbox gibi platformlarda bazı AAA (yani çok yüksek prodüksiyon bütçeli) oyunların fiyatları artık 80 dolara kadar tırmanmış durumda. Hatta Nintendo'nun da merakla beklenen Switch 2 konsolu için benzer bir oyun fiyatlandırma stratejisi izleyeceği konuşuluyor.
Bu durum oyun fiyatları ve oyuncu tercihleri hakkında bazı önemli soruları beraberinde getiriyor. Gözlemlenen bir diğer önemli trend ise, daha düşük bütçelerle geliştirilen, genellikle "indie" veya "AA" olarak tabir edilen oyunların, milyonlarca kopya satış rakamlarına çok daha hızlı bir şekilde ulaşabildiği. Bu durum acaba büyük oyun stüdyolarının marka isimlerini ve sadık kitlelerini bir nevi "süt sağma" amacıyla mı kullandığı sorusunu akıllara getiriyor.
Belki de bu büyük stüdyolar, "Zaten belli bir kemik kitlemiz var, her oyunu herkese satmak zorunda değiliz. Bu sadık kitleyi, çıkarabildiğimiz maksimum kârla sağabildiğimiz kadar sağalım" gibi bir düşünce yapısına sahip olmaya başlamış olabilirler. Yüksek geliştirme maliyetleri ve yatırımcı beklentileri de bu fiyat artışlarında şüphesiz önemli bir etken.
Bu 80 dolarlık yeni fiyat standardını başka hangi büyük stüdyoların ve yayıncıların takip edeceği, oyun dünyasının yakın gelecekteki en merak edilen konularından biri. Oyuncuların bu fiyat artışlarına nasıl tepki vereceği ve uygun fiyatlı, kaliteli alternatiflerin AAA pazarını ne ölçüde etkileyeceğini hep birlikte zamanla göreceğiz.
Mozilla Firefox'un Finans Direktörü (CFO) Eric Muhlheim, Google'ın arama motoru tekeliyle ilgili devam eden davada kürsüye çıkarak dikkat çekici bir tanıklık yaptı.
Özetle, "Eğer Google bize varsayılan arama motoru olmak için ödediği parayı keserse, şirket olarak batarız. Biz, Chrome'un karşısında ayakta durabilen yegane bağımsız tarayıcı motoruyuz. Dolayısıyla, Google'ın bize ödeme yapmayı durdurması, sizin (mahkemenin) engellemeye çalıştığınız rekabetin tamamen ortadan kalkması anlamına gelir, sayın hakim." minvalinde ifadeler kullandı.
CFO Muhlheim'in bu argümanında gözden kaçırdığı veya belki de kasıtlı olarak değinmediği önemli bir nokta var: Eğer bir şirket olarak gelirlerinizin ezici bir çoğunluğunu (raporlara göre Firefox için bu oran %90'lara varıyor) en büyük rakibinizden elde ediyorsanız, zaten onun gerçek bir rakibi sayılmazsınız.
Yıllardır Firefox, Chrome karşısında pazar payını artıramayan, yenilikleri ya çok geç getiren ya da kullanıcıların istediği temel iyileştirmeler yerine farklı projelere odaklanan bir görüntü çiziyor. Google'dan alınan milyonlarca dolarlık fonların, tarayıcıyı gerçekten rekabetçi kılacak ve kullanıcı deneyimini kökten iyileştirecek adımlar yerine, bazen neye hizmet ettiği anlaşılamayan projelere harcandığı yönünde eleştiriler de mevcut. Şimdi ise aynı Firefox'un CFO'su çıkıp, "Google para vermezse ölürüz" diyor. Bu ifade, zaten Firefox'un Google'a karşı bağımsız bir rakip olmaktan ne kadar uzaklaştığının bir itirafı niteliğinde.
Yanlış anlaşılmasın, ben de yıllardır Firefox kullanan ve özgür yazılım felsefesini destekleyen biriyim. Ancak bir CFO'nun, kendi şirketinin ayakta kalmasını adeta rakibinin insafına bağlayan ve bu durumu mahkemede bir koz olarak kullanarak tam tersi bir yönde (rekabetin korunması adına Google'ın kendilerine para vermeye devam etmesi gerektiği şeklinde) ikna çabasına girmesi, benim pek hoşuma gitmiyor. Bu durum Firefox'un içinde bulunduğu açmazı ve stratejik hataları gözler önüne seriyor.
Google'ın başı tekel davalarıyla dertte biliyorsunuz. Birincisi, az önce bahsettiğimiz arama motoru ve varsayılan tarayıcı anlaşmalarıyla ilgili dava. Diğeri reklam platformlarıyla ilgili tekel davası. Geçtiğimiz hafta önemli bir gelişme yaşandı ve ABD'deki bir mahkeme, Google'ın dijital reklam platformu alanında tekel olduğuna resmen karar verdi.
Bu tekel kararının hemen ardından, bu hafta ABD Adalet Bakanlığı (DOJ) daha da ileri giderek bir talepte bulundu: Google'ın reklam teknolojisi ürünlerini ve platformunu satmasını istedi.
Eğer mahkeme, Adalet Bakanlığı'nın bu talebini kabul eder ve Google'ı reklam platformunu elden çıkarmaya zorlarsa, bu karar Google için yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Zira şirketin en büyük gelir kaynağının dijital reklamlardan geldiği herkesin malumu. Reklam platformunun satışı, Google'ın iş modelini ve gelir akışını derinden sarsacaktır.
Bu gelişmelerin ardından Google'ın hisselerinde %1.1 oranında bir düşüş yaşandı. Elbette mahkeme, Adalet Bakanlığı'nın satış talebi konusunda henüz nihai bir karar vermiş değil. Ancak böyle bir karar çıksa bile, Google'ın bu durumu kabullenmeyip bir üst mahkemeye, hatta gerekirse Anayasa Mahkemesi'ne kadar taşıyarak hukuk mücadelesini yıllarca sürdüreceğini tahmin etmek güç değil. Önümüzdeki dönemde bu dava, teknoloji dünyasının en çok konuşulan konularından biri olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Sosyal medya devi Facebook (Meta) hakkında ortaya atılan yeni bir iddia, şirketin reklam hedefleme algoritmalarının etik sınırları ne kadar zorladığına dair ciddi soru işaretleri yaratıyor. İddialara göre Facebook, özellikle 13-17 yaş aralığındaki genç kızların platformda paylaştıkları selfielerini sildikleri anda, onlara anında güzellik ürünleri ve estetik hizmetleri reklamları göstermeye başlıyor. Bu stratejinin gençlerin kendilerini en savunmasız hissettikleri anları kullanarak satın alım oranlarını artırmayı hedeflediği öne sürülüyor.
Bu iddiaların temelinde yatan mantık oldukça düşündürücü: Bir genç kızın kendi fotoğrafını (selfie) silmesi, genellikle o anda kendisini başkalarıyla kıyasladığı, görünüşünden memnun olmadığı ve dolayısıyla psikolojik olarak daha hassas ve etkiye açık bir durumda olduğu anlamına gelebilir. İddiaya göre Meta, tam da bu kırılgan anı tespit ederek, gençlerin bu duygusal boşluğunu "güzellik" vaadiyle doldurabileceği ürünlerin reklamlarıyla hedefliyor.
İnsanların, özellikle de gelişim çağındaki çocukların ve gençlerin bu denli hassas psikolojik durumlarını ticari çıkarlar için kullanmak ne kadar etik? Bu sorunun cevabı üzerine uzun uzun düşünmek gerekiyor. Şahsen bunun hiç etik bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum ama takdiri ve yorumu sizlere bırakıyorum.
Bu haberin başında "iddialara göre" ifadesini kullanmıştım; çünkü bu bilgiler, daha önce Facebook'ta çalışmış bir muhbirin ifşaatlarına dayanıyor. Elbette bu tür iddiaların kesin doğruluğu bağımsız soruşturmalarla kanıtlanmalı. Ancak Meta'nın geçmişteki veri kullanımı ve hedefleme pratikleri göz önüne alındığında, bu iddiaların tamamen asılsız olduğunu söylemek de güç. Yine de haberin kaynağının bir muhbirin ifadeleri olduğunu ve resmi bir kanıtlama sürecinin henüz tamamlanmadığını belirtmek haberin objektifliği açısından önemli.
Bir döneme damgasını vuran, internet üzerinden sesli ve görüntülü iletişimin öncülerinden Skype için yolun sonu göründü. Microsoft, uzun bir süredir yavaş yavaş geri plana ittiği Skype'ı bugün itibarıyla resmen kapattığını duyurdu. Artık Skype'ı kullanmaya çalışan veya uygulamayı açan kullanıcılar, Microsoft'un kurumsal ve bireysel iletişim için ön plana çıkardığı Teams platformuna yönlendiriliyor.
Skype, özellikle 2000'li yılların ortalarından itibaren birçoğumuzun hayatında önemli bir yer tuttu. Uzak mesafelerdeki sevdiklerimizle saatlerce konuştuğumuz, ilk online mülakatlarımızı yaptığımız, grup projeleri için arkadaşlarımızla toplandığımız bir platformdu. Bir neslin adeta dijital sosyalleşme ve iletişim alışkanlıklarını şekillendiren Skype'ın bu vedası, birçok kullanıcı için hüzünlü bir anlam taşıyor. Huzur içinde yatsın diyelim.
Geçtiğimiz hafta teknoloji gündeminin en çok konuşulan konularından biri, Apple'ın artık App Store dışı uygulama içi satın alımlardan komisyon alamayacağına dair çıkan mahkeme kararıydı. Bu kararın hemen ardından Patreon, Epic Games ve Spotify gibi büyük şirketlerin hızla uygulamalarını güncelleyerek kullanıcıları doğrudan ödeme yapmaya yönlendirdiğini ve bu durumdan anında yararlanmaya başladığını konuşmuştuk.
Apple, bu karara sessiz kalmadı. Şirket bu hafta, söz konusu mahkeme kararına karşı resmi olarak itirazda bulunurken, aynı zamanda itiraz süreci sonuçlanana kadar kararın yürütmesinin durdurulması için de başvuru yaptı. Apple, bu hamlesiyle App Store gelir modelini korumak için mücadeleyi bırakmayacağının sinyallerini veriyor.
Apple'ın bu hamlesine rağmen, uygulama geliştiricileri cephesinde karardan faydalanma adımları devam ediyor. Bu hafta, e-kitap devi Kindle (Amazon) ve gizlilik odaklı hizmetleriyle tanınan Proton da iOS uygulamalarında kullanıcıları App Store dışı satın alma seçeneklerine yönlendirmeye başladı. Bu durum Apple'ın yıllardır sıkı bir şekilde kontrol ettiği ve milyarlarca dolar gelir elde ettiği komisyon sisteminin ciddi bir tehdit altında olduğunu gösteriyor. Apple'ın bu gelişmelerden pek de hoşnut olmadığı kesin.
Şimdi gözler mahkemenin, Apple'ın itiraz süreci boyunca kararın yürütmesinin durdurulması talebine ne yanıt vereceğinde. Bu kararın önümüzdeki haftalarda netleşmesi bekleniyor. Ancak bu süre zarfında bile, binlerce uygulama geliştiricisinin kullanıcılarını App Store komisyonundan kaçınmak için alternatif ödeme yöntemlerine teşvik etmeye başlaması ve bu durumun Apple üzerindeki baskıyı daha da artırması muhtemel.
Apple'ın App Store komisyonlarıyla ilgili başı dertten kurtulmuyor gibi görünüyor. Geçtiğimiz haftalarda mahkeme dışı ödemelerden komisyon alamayacağına dair çıkan kararın yankıları sürerken, şimdi de şirkete karşı yeni bir cephe açıldı. Bir yazılım şirketi, Apple'a bugüne kadar alternatif ödeme yöntemleri üzerinden aldığı ve "hukuksuz" olarak nitelendirdiği komisyonları geri ödemesi talebiyle toplu dava açtı.
Davacı şirketin temel argümanı oldukça net:
Bu dava, Apple için potansiyel olarak milyarlarca dolarlık bir geri ödeme yükümlülüğü anlamına gelebilir. Tabii ki davanın sonucu ne olur, Apple bu iddialara karşı nasıl bir savunma yapar, hep birlikte merakla izleyeceğiz. Ancak bu gelişme, App Store ekosistemindeki finansal dengelerin sarsılmaya devam ettiğinin bir başka göstergesi.
Yine Apple cephesinden, ancak bu kez bambaşka bir konuyla ilgili bir haberimiz var. Gelen bilgilere göre Apple, Safari web tarayıcısının varsayılan arama motoru için Google'a alternatif olabilecek farklı şirketlerle görüşmeler yapıyor ve anlaşmalar yapmayı değerlendiriyor.
Bu arayışın temelinde, Google'ın devam eden tekel davası ve bu davanın olası sonuçları yatıyor. Bildiğiniz üzere Google, Safari'de varsayılan arama motoru olmak için Apple'a yıllık yaklaşık 20 milyar dolar gibi devasa bir ödeme yapıyordu. Ancak tekel davası sonucunda bu anlaşmanın geleceği belirsizleşti ve hatta tamamen çöpe gitme ihtimali belirdi.
İşte bu olası senaryoya karşı Apple'ın şimdiden B planını devreye soktuğu ve Safari için yeni ortaklar aradığı konuşuluyor. Kulislerde adı geçen potansiyel arama motoru ortakları arasında yapay zeka odaklı çözümleriyle öne çıkan Perplexity, Grok (xAI) ve Anthropic gibi isimler bulunuyor.
Apple'ın, Google aleyhine henüz kesin bir mahkeme kararı çıkmamış olmasına rağmen şimdiden alternatif arama motorlarıyla bu kadar ciddi görüşmeler yapmaya başlaması, bence Google'ın arama motoru pazarındaki tekel konumunun ne kadar bariz olduğunun bir başka kanıtı niteliğinde. Apple gibi bir devin bile, Google ile olan anlaşmasının sonlanma ihtimaline karşı bu denli hızlı hareket etmesi, pazarın ne kadar Google'a bağımlı hale geldiğini gözler önüne seriyor.
Bu haftaki ilk videomuzda deprem uygulamalarına göz atıyoruz.
İkinci videomuzda MP3'ün neden kullanılmaması gerektiğini anlatıyoruz.
Üçüncü videomuzda yapay zeka katman listesine göz atıyoruz.
Dördüncü videomuzda herkesin sunucusunda olması gereken Uptime Kuma yazılımını inceliyor ve kuruyoruz.
Bu haftaki son videomuzdaysa telefonunuz hacklendiyse nasıl tespit edebileceğinizi ve kurtarabileceğinizi anlatıyorum.
Bu haftaki bültenin sonuna geldik, haftaya görüşmek üzere!